Son dönemlerde birtakım koçluklar karşımıza çıkmaya başladı: Yaşam koçluğu, fitness koçluğu, beslenme koçluğu…


Normal şartlarda kendimiz kendiliğimizden, kendi bilgilerimize, ihtiyaçlarımıza ve içgüdülerimize göre yaşantımızı yönetmekteyiz. Ancak nedense son bir kaç yıldır bir “koçluk” ihtiyacı doğdu.

Acaba artık nasıl yaşamamız, nasıl beslenmemiz, nasıl yürüyüp nasıl koşmamız gerektiğini başkaları mı bize söyleyecek? Biz bunu kendi başımıza yapamıyor muyuz? Daha önce yapabiliyorduk ama artık yapmayı mı unuttuk? Yoksa artık iyi ve doğru mu yapamıyoruz?  

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki doğal fonksiyonlarımız için bile bir koça ihtiyacımız oldu. Bunun için beceriksizliğimizi mi yoksa aslında yaşadığımız devri mi sorgulamalıyız? Biz nerede hata yapıyoruz ki bazı hayatsal hareketler için bir yöneticiye, bir yönlendiriciye ihtiyacımız oluyor?

Diğer koçları bilemeyiz ama beslenme koçluğu hakkında düşüncelerimi yazmak isterim. Öncelikle beslenme gibi çok önemli bir konuda her önüne gelen “koç”luk yapamaz.

Ben önce “beslenme koçluğu”ndan neler beklenilmelidir, ondan bahsetmek isterim. “Koç” burada yönlendirici veya öncü şeklinde algılanmalı. Dolayısıyla kişi beslenme koçu ise, beslenme hakkında A’dan Z’ye her şeyi bilmeli. Yönlendirdiği kişinin alışkanlıklarını, yaşam stilini, kan grubunu, hareket yeteneğini ve metabolizmasının durumunu bilmeli; anatomi, fizyoloji gibi spesifik konularda tam donanımlı olmalı. Ayrıca koçluk yapacağı kişiye onun anlayacağı şekilde bilgileri aktarmalı. Yani anlatma ve ikna kabiliyeti de olmalı.

Ancak özel bir eğitim almış kişiler beslenme hakkında yönlendirici bilgiler verebilir. Özellikle fizyoloji bilgisi olmalı, sindirim sisteminin nasıl çalıştığını anlamalı ve anlatabilmeli, hormonların ne olduğunu, vücuttaki görevlerini, vitaminlerin sindirimdeki etkilerini bilmeli. Emilim nedir, nasıl çalışır, neden bazı gıdalardaki maddeler kana geçer veya geçemez... Bunu anlamalı ve ona göre koçluk yapmalıdır. Glisemik indeks nedir, ne işe yarar, neden artık doğru beslenme bu endekse göre düzenlenmelidir, bunu kendisi bilmeli ve koçluk yaptığı kişiye doğru anlatmalıdır. Çünkü beslenme ömür boyu sürdürülen bir işlemdir, sadece hayatımızın belli bir döneminde koç ile birlikte, koçun gözetimi altında yapılan bir olay değildir.

Biz kendimize ve bu konuda eğitimini verdiğimiz kişilere “beslenme koçu” demiyoruz. Verdiğimiz eğitim “beslenme danışmanlığı” eğitimidir ve kronolojik beslenmeye dayalıdır. O yüzden “beslenme danışmanı” daha doğru bir unvandır. Beslenme danışmanı, alınan gıdaların vücuttaki etkisini anlatır ve kişinin tüketeceği gıdaları nasıl seçeceğini, nasıl pişireceğini, hangi saatlerde hangi gıdaları hangi miktarlarda yemesi gerektiğini anlatır. Kişi bu bilgilere göre ne yiyeceğine kendisi karar verir. 

Beslenme danışmanı 1 ay süreyle kişiye refakat eder, yönlendirir, anlatır, sorulara cevap verir ve bu sayede doğru beslenme yöntemini öğretir.

Bu eğitimi alan kişilerin verdiği hizmeti de  “Dr. Chauchard Metodu ile kronolojik beslenme” diye sunuyoruz.

Kronolojik Beslenme Danışmanlığı eğitimimiz 6 bölümden oluşmaktadır:
1) Beslenme ve sindirim sistemi  
2) Şişmanlama sebepler ve çözümler
3) Şişmanlığa sebep olan hormonlar, zayıflamaya yardımcı olan vitamin, mineral ve amino asitler
4) Dr. Chauchard Metodu
5) Eğitimden çıkan sonuçlar ve uygulama örnekleri
6) Pişirme yöntemleri 

Verilen eğitimin bir kısmı üniversitelerde okutulan anatomi - fizyoloji bilgilerine dayanır, beslenme metodunun tamamı ise Dr. Chauchard’ın hazırladığı bölümdür. Biz bu eğitimi,  Dr. Chauchard Metodu’nun Türkiye temsilcisi olarak vermekteyiz.

Danışmanlığını yaptığımız “Kronolojik Beslenme” Fransız Endokrinolog Dr. Claude Chauchard’ın metodudur. Biz, Dr. Claude Chauchard’ın oluşturduğu sistemi danışanlarımıza aktarıyor ve bu beslenme sisteminde ilerlerken tüm sorularına cevap verip takıldıkları yerlerde onlara açıklamalar sunarak destekte bulunuyoruz. Dr. Chauchard Metodu’nda 2 nokta çok önemlidir:
1) Gıdaların glisemik indeksi
2) Hormonların salınım saatlerine göre beslenme

Dr. Claude Chauchard kimdir ?
Dr. Chauchard, 30 yıldır obezite problemini araştırmaktadır. 1978’de tezini bu konu üzerinde yapmıştır. Montpellier Hastanesinde Dr. Pathe ile birlikte çalışmaya başladığında, dünyanın en ünlüleri (ki bunların arasında Monaco Prensi ve eşi bulunmaktadır) ve birçok başka ünlü bu iki doktorun beslenme tavsiyelerine uyarak yaşamış ve yaşamaktadır.
Çalışma ve araştırmalar kendisine; kilo fazlalığının, obezite ve selülitin neden oluştuğunu anlamasına imkân vermiştir. 

Dr. Chauchard, metodunu yeni bir referans üzerine kurmuştur. Ona göre 4 farklı yağ dokusu vardır: 
- Toksik yağ dokusu
- Depo yağ dokusu
- Termik yağ dokusu
- Seksüel yağ dokusu

Glisemik İndeks nedir?
Her gıda kan şekerini farklı miktarda arttırmaktadır. Hatta aynı gıdanın farklı pişirilişi, çiğ olarak veya sıkma olarak tüketilmesi kan şekerini farklı etkilemektedir. Örneğin; havuç glisemik indeksi yüksek bir gıdadır; ancak çiğ yendiğinde farklı, pişmiş hali farklı ve havuç suyu olarak farklı glisemik indekse sahiptir.
Yediğimiz birçok gıdada karbonhidrat vardır. Miktarlarına göre kan şekeri oranını (glisemi) daha hızlı veya daha yavaş arttırırlar. 

Glisemi - kandaki şeker oranı
Düşük glisemik indeksli besinler glukozun daha yavaş ve düzenli salınımını sağlar, yüksek glisemik indekse sahip besinler ise kandaki glukoz düzeylerini hızla yükseltir .
1970’lere kadar tüm karbonhidratların eşit miktarda insülin üretimine sebep olduğu sanılırdı. Ancak California Stanford Üniversitesinden Prof. Crapo’nun buluşu sayesinde, her tip şekerin farklı glisemik artışa sebep olduğu anlaşılmıştır.

Böylece gıdaların her birinin insülin üretimini tetikleme potansiyeli ölçülmüştür. 

Örneğin; yağda kızartılmış veya püre halinde patates, ekmek, beyaz pirinç ve corn flakes ani kan şeker yükselmesine sebep olmaktadır. Yani glisemik indeksleri çok yüksek gıdalar sınıfına girerler.

Tüm şekerler, yendikten 30 dakika sonra kan şekeri artışına sebep olmaktadır, bu artışın miktarı şekere göre değişiklik gösterir.

Glisemik indeks tablosunda 1 den 110’a kadar değerler bulunmaktadır; bu değerler gıdaların, kan şekerinin kaç zaman sonra ve ne kadar yükselmesine sebep olduğunu ölçmektedir.  
Yenilen gıdanın glisemik indeksi ne kadar yüksekse, insülin salgısı o kadar fazla olacaktır; dolayısıyla insülin rezistansı daha güçlü ve kilo alımı daha fazla olacaktır.
Aynı gıdanın glisemik indeksi, hayvansal veya bitkisel kökenli olmasına, ısıya maruz kalmasına, (ısıtma veya soğutma), nemine ve işlenmişliğine (kırılma, un haline getirilme vb.)  bağlıdır. 

Buna göre 3 farklı liste oluşturulmuştur:
Yeşil liste: Rahatlıkla yenilebilecek gıdalardır. Bu gıdaların glisemik indeksi 40’ın altındadır.  

Sarı liste: Glisemik indeksi 40 ile 50 arasında olan, dikkatle ve ölçülü tüketilecek gıdalardır. Bunlar; zayıfladıktan sonra dikkatli olmak şartıyla yenilebilir. Zayıflama esnasında ise arada yenilebilir.

Kırmızı liste: Mümkün olduğu kadar kaçınılması gereken, glisemik indeksi 50’nin üzerinde olan gıdaların listesidir. Bu gıdaların aşırısı doğrudan kilo alımına sebep olur.
Gıdalar ne kadar rafine edilmiş ise organizmamız onları o derece daha zor ve daha uzun sürede sindirebilmekte ve emilim daha geç olmaktadır. Organizma tarafından geç kullanılan maddeleri karaciğer resikle eder ve yağ dokusunda depoya kaldırır. İnsan organizmasının genetiğinde rafine gıdaları kullanma programı olmadığı için bu gıdalarla sorun yaşamaktadır. Rafine gıdaların obezite ile ilişkileri ürkütücü boyuttadır.

Sadece 20 yıl önce bu problem çok daha az gündemde idi.

Dr. Chauchard Metodu’nun başarılı olması bir kaç sebebe dayalıdır:
Endokrinolog olduğu için hormonların salınım saatlerinin beslenmemizdeki önemini çokça araştırmış. Vardığı netice ise şöyle: Sabah uyandığımızda bütün günü içeren hayatsal aktivitelerimiz için bize yetecek gücü ve enerjiyi verecek gıdalar yemeliyiz. Sabah 08.00’den itibaren öğlen 14.00’e kadar saf protein ağırlıklı öğünler almalıyız. Ancak proteinleri tek başına tüketmemiz çok sakıncalı olduğu için proteinlerle birlikte ve aynı miktarlarda çok az pişmiş ve “yeşil liste”den seçtiğimiz sebzeleri de beraber yememiz çok önemlidir. Günde 4 öğün yemeliyiz.  08:00  -17.00 arası doğal olarak insülin salgılandığı için bu saatte yenilen karbonhidratlar zararlı olmayacaktır, çünkü o saatte kanda glukozu işleyecek insülin hazır beklemektedir. Buna göre tüm öğünlerin içeriği de bu salgılama saatlerine göre ayarlanır.

Dr. Chauchard bazı gıdaları “toksik” olarak sınıflandırmıştır ve bu gıdaları hayatımızdan çıkartmamız gerektiğini vurgular. Toksik gıdalar listesinde “junk food” diye adlandırdığı abur cuburlar, “fast food”lar, tüm kızartmalar, alevli ateşe çok yakın pişen etler, çok yüksek ateşte pişen etler, süt ve süt ürünleri bulunmaktadır. Kömürleşmiş et veya yanık gıdalar, üst üste ısınan kızartma yağlarında pişen patates cipsleri, paslandırıcı madde, boya ve koruyucu içeren gıdalar, margarinler, şekerli gazlı yapay içecekler ve mısır şurubu ile tatlandırılmış gıdalar bu listenin en tehlikeli ve en çok kaçınılması gerekenleridir.

Chauchard Metodu’nda 3 evre bulunur:
Birinci evre: “Kilit açma evresi”dir. Alınan gıdaların türü, miktarı, pişirilme şekli ve yeme saatine göre vücut depoladığı yağları kullanmaya başlar. 
Bu evrede her gün bir miktar yağ azalır. Tartıda her gün yarım ile bir kilonun azaldığını görürüz. Bu evre çok önemlidir ve Chauchard Metodu’nun başarısının kaynağını oluşturan evredir. Tam 7 gün sürer. 

Bu 7 gün içinde en fazla 5 kilo verilir. Tabii eğer hormonal bir problem veya bazı vitamin eksikliği söz konusu değilse bu hedefe ulaşılır.
İkinci evre: 3 haftalık bir süredir ve her hafta yarım kilo vermeyi hedefler. Bu ikinci evre, kişi ne kadar kilo vermeyi istiyorsa o kadar sürdürülür.  
Üçüncü evre ise: “Sabitleme Evresi”dir. Verilen kiloları almamak için uygulanır. Bu evre verilen kilo kadar ay hesaplamalıdır. Mesela 8 kilo verildiyse bu evre 8 ay sürmelidir.